Charles DARWIN:
(1809 - 1882)
Charles Darwin, 1809 yılında İngiltere’de doğdu. Babası onu on altı yaşında Edinburgh Üniversitesine gönderdi. Burada başladığı tıp ve daha sonra devam ettiği hukuk öğrenimini gereksiz bularak yarıda kesti. Ardından Cambridge Üniversitesine bağlı bir kolejde teoloji (dini bilimler) öğrenimi gördü. Fakat aklı, bilim çevresindeydi. O arada tanıştığı Botanikçi John Henslow’un önerisiyle, İngiliz Deniz Kuvvetleri için, dünya çevresinde harita yapmakla görevlendirilen gemiyle beş sene sürecek bir geziye çıkmaya karar verdi. Gemi, 1831 yılında denize açıldı.
Gezi sırasında fosiller topladı, jeolojik katmanları inceledi, sayısız gözlemler yaptı. Arjantin’in Paspas denilen bölgelerinde soyu tükenmiş birçok hayvan nesli buldu. Jeolojik katmanların bünyesindeki fosillerin değişimini dikkatle izledi ve hayvan türlerinin değişik ortamlara yaptıkları uyumları saptadı.
Onun, canlıların yavaş yavaş değişmesine ilişkin düşüncesi, kendisi gibi bir bilim adamı olan ALFRED RUSSEL WALLACE’nin teorisine uygun düşmüştü.Ortak görüşleri şöyleydi: “Bütün canlılar bulundukları ortamdaki sayılarını muhafaza edecek matematiksel düzeylerin üzerinde üreme eğilimindedir. Doğal koşulların sabit kalabilmesi, yani ‘denge unsuru’nun oluşturulabilmesi için fazlalık, elimine edilir. Canlı populasyonların (1) hepsi mutasyon gösterir.”
Büyük baskılar sonunda, Wallace ile birlikte görüşlerinin yayımlanmasını kabul etti. Kısaltılmış adıyla “Origin Of Species” (Türlerin Kökeni) isimli bu kitap, ilk günde tüketildi.
Çalışmalarına aralıksız devam etti. İnsanın evrimi ile ilgili düşünceleri “Descent of man selection in relation sex” (İnsanın oluşumu ve Eşeye bağlı seçilim) adlı eseriyle yayımlandı. Darwin bu teorisinde, önceki inançlarda, özellikle mistisizm alanında benimsenen kalıpçı ve tamamen hayal mahsulü olan “Özel yaradılış” düşüncesini reddediyor, diğer memelilerin fizyolojik yapılarında olduğu gibi varoluşun evrimsel yasalara bağlı olduğunu savunuyordu.
Yerleşik inanış ve önyargıların aksine, Evrim Modeli, maden, nebat, hayvan ve insan dizilimiyle oluşmuştu. Çünkü, gerek jeoloji (2) ve paleontolojide (3) gerek embriyoloji (4) ya da karşılaştırmalı anatomide (5) birçok aşamada görüldüğü gibi, bir anda yaratılmanın olanaksızlığı ortaya konmuştu. Darwin, tepki almamak için “Tanrısal yaratılış” ile ilgili düşüncelerini kitabının son kısımlarına monte etti.
Zira; insanlık tarihinin ilk dönemlerinden beri uygulanmakta olan eğitim yöntemleri, katı mistik inançların etkisi, ayrıca insanın kalıtsal yapısı, yeniliklere kapalı ve itirazcı olunmasına yol açmıştır. Günümüzde bile, gelişen bilim ve teknolojinin birtakım varsayımları devre dışı bırakmasına karşın,Evrim Kuramına tepkiler devam etmektedir.
Oysa mistisizm, gerçek yönüyle insan ismiyle işaret edilen ‘hücresel beden’ sahibi varlığın, insansı adıyla anıldığını, ona kendinden özellikler yükleyerek bir anlamda mutasyon oluşturduğunu haber veriyordu...
Bize göre Darwin’in tek eksikliği, Lamarck’ın “Organizmanın kendinde ve davranışlarındaki değişimler, çevredeki değişikliklerin sonucudur” görüşüne karşı, “Dış dünyanın işlemekte olan kendi yasaları ve kendi mekanizmaları vardır” derken, birimlerin hücre genetiğinde oluşan mutasyonda ve çevresel faktörlerin değişiminde Astrolojik tesirlerin varlığını hissetmemiş olmasıdır.
Düşünen beyinler arasında pek az bilim adamı Charles Darwin kadar tepki çekmiştir. Yaşadığı dönemde, “Maymunla akrabalık bağın annen tarafından mı, baban tarafından mı?” diye alaya alınmıştı.
Ama, Newton yerçekimi ilkesiyle, devinim yasalarında nasıl yerini almışsa, Darwin de, insanın, ottan çiçeğe, amipten maymuna uzanan, organik dünyanın bir parçası olduğunu